ergenliğimin son demlerinde yazmaya başladığım bu bloga tam dört sene sonra aynı günlerde dönüp baktığımda yaşadığım ergenlikten utanmadığımı farkettim. bugün dönüp baktığımda o günlerde ne kadar üzülmüş olursam olayım, her şeye, herkese şimdi dönüp baktığımda gülüyor ya da "üzüldüm ama bana çok şey kattı" diyorum. tabii ki ben de herkes gibi hayali nobel ödülümü alırken "yanımda olan, olmayan; beni sevindiren ve üzen herkese teşekkür ederim, siz olmasanız ben olamazdım." diyorum. farklı bir durum yok. herkes gibi alelade bir hayat yaşıyorum. okulumu uzatıyorum, gelecek kaygısı taşıyorum, aslında başkalarını hiç de heyecanlandırmayacak şeylere heyecanlanıp abartarak ve saatlerce onlardan bahsediyorum, ağlıyorum, gülüyorum, yiyorum, içiyorum, sıçıyorum. tıpkı herkesin düşünceleri ve hayatı gibi benimki de kendim için çok değerli, başkaları için çok değersiz.
bunun yanında içimde çığ gibi büyüyen ve göstermekte başarılı olamadığım bir sevgi besliyorum. çektiğim fiziksel acıları ve her saniye kendimle yaşıyor, kafamın içindeki sesi dinliyor olmak zorunda oluşumun yarattığı can sıkıntısını maalesef ki suratımda daima taşıyorum, bu nedenle de ne mutluluğuma ne sevgime insanları inandıramıyorum. dört sene önce hoşlandığım bir insanla yolda yürürken nasıl yer yarılıp da yerin dibine girecek kadar utanıyorsam bugün sevdiğim insanların gözünün içine baktığımda yine yok olmak istiyorum. ağızdan çıkan belki her cümleyi, her şakayı, her latifeyi dünyanın en kötü hakaretiymiş gibi algılayıp kendime işkence etmeyi bir kenara bırakamıyorum. olgunlaşamıyorum. hala annemin babamın mağazanın vitrinine bakmak için elimi bıraktığı anda ağlamaya başlayan kız çocuğundan farkım yok. ağladığımı görüp yanıma yaklaşan, nedenini soran her insana "kayboldum" cevabını veriyorum. "korkuyorum" diyebildiklerimin sayısı ise bir elin parmaklarını geçemeyecek kadar sınırlı. annemle babamın nerede olduğunu sordukları anda ise elimle oldukları yeri işaret ederek "orada" diyorum. tabii ki ağladığım için üzülüp yanıma yaklaşan her insan şımarıklığımı farkedip hafifçe gülümseyerek yoluna devam ediyor. ben de kendi inatçı korkumda debelenip şımarıklığımı sürdüyorum. ne geri dönüp annemle babamın elini tutuyorum, ne de korkumu yenmek için bana gülümseyen o insanların yanında yürüyorum.
insanlar zahmet edip bana bunu anlatmaya çalıştığında da asla gururumdan ödün vermeyip "her şeyin farkındayım" çok bilmişliğimi gözler önüne sermeyi de ihmal etmiyorum.
20160524
20160428
iki kadehi tokuşturmak için bardakların birbirine yaklaştığı anda yavaşlamak adına yapılan o küçük manevra kadar tehlikelisi yok sanırım. hayatta da her şey bunun gibi. bütün heyecanınla karşı tarafın üzerine giderken diğer bardağı kırmamak adına sarfettiğin o çaba gibi. o çabayı sarfetmeden bardağı kırmak, çaba sarfettiğin halde bardağı kırmak, çaba sarfedip de bardağı kırmamak, çaba sarfetmediğin halde bardağı kırmamak, bunların hepsi ihtimal dahilinde. ama sen ne kadarını başarıyorsun, başarıyor musun ya da başarıp başaramadığının bilincinde misin mesela?
20150618
"vaal'ın kehribar rengi gözleriyle gözlerimin içine bakarak 'asla mutlu bir kadın olamayacaksın. başarılı bir kadın, sevmiş bir kadın ya da sevilmiş bir kadın olacaksın ama asla mutlu bir kadın olamayacaksın. daima içini kemiren bir şey olduğunu hissedeceksin.' deyişini düşündüm. kafamı kaldırdığımda astarte gülümseyerek gözümün içine bakıyordu. 'bütün hayatından vazgeçip saf mutluluğu kabul etmenin sana getireceği o boşluğu kabul etmeyeceğini biliyorum" dediğini duyduğuma yemin edebilirim, oysa ki ağzı kıpırdamamıştı bile."
20150518
bu bloga otuz beş bin yıldır bi şey yazmadığımı farkettim. ve bunu farketmem tabii ki on sayfalık bir paperı yazarken oldu. birinci sayfa ilk paragraf. bence baya iyi. yarına teslim. bi arkadaşımın pasladığı, sovyetlerin dağılmasıyla ilgili argumentative bi şeyler yazıyorum. ödev benim değil. çünkü parasızım. çünkü kodumun yerinde her şey ateş pahası. ailemden artık para istemeye utanıyorum. kendi tezime gelince. yazmadım. yazamadım. olmadı. okul böylece uzadı. paperdan aldığım parayla iki anneler günü hediyesi, bir doğum günü hediyesi, istanbula gidiş bileti (otobüs çünkü kodumun uçak firmaları seçim haftası biletlerinin fiyatlarını bir güzel arttırmış) alacağım ve mek danıs yiyeceğim. düşününce sovyetlerin dağılımı üzerine bi şey yazmak, bundan para almak ve bu aldığım parayla bile mükemmel kapitalist hayaller kurmak çok kötü be. yirmi beş yaşıma geldiğimde iki diploma sahibi olup dört dil bilme hayallerime buradan selam çakıyorum. çünkü kodumun dünyasında her şey para. donanım ve eğitim sahibi olmak bile para. pere. pere. pere. fakirim. ama mutluyum lan. yanımdaki ve etrafımdaki insanları çok seviyorum. ve son olarak, god bless america.
20140725
henüz ilkokula bile gitmiyorken arabayla yolculuk ettiğimiz bir sırada arka koltukta otururken üzerimdeki beyaz üstüne mavi çiçekli elbisenin çiçekleriyle oynayıp hemen ardından kafamı kaldırıp camdan dışarı baktım. hemen yanımızda duran otobüsün en arka koltuklarından sağ cam kenarında oturan bir çift birbirlerine beni gösterip gülümsüyordu. ikisinin de elinde poşetler vardı, kadın hamileydi. büyüdükçe aynaya her bakışımda gittikçe o kadına benzediğimi düşündüm. aslında büyüdükçe kadına benzediğim falan yoktu, o kadın bendim.
20140620
gerçeklik ile her şeyin tepetaklak olduğu o ince çizgi arasındayım sürekli. korkuyorum, elimdeki bütün bu güzel şeylerin, hepsinin bir anda "bunlar gerçek değil" diyerek elimden alınacağı o anın gelmesinden korkuyorum. zihnimdeki o bembeyaz kitap, üzerinde büyük harflerle bellek yazan o kitap, gerçek mi, bir rüya mı yoksa gerçekleşecek bir öngörü mü? siz, ben, hepimiz gerçek miyiz?
20140618
20140506
geçenlerde gördüğüm bir rüyada yağmurlu ama çok yağmurlu bir günde (aslında hiç var olmayan) bir tiyatroya gidip vian'ın generallerin beş çayı oyununu izliyordum birkaç arkadaşımla, hayatımda izlediğim en güzel oyundu. oyun bittikten sonra oyunun yönetmeniyle oturup konuştum saatlerce, sanırım vian'ı benim kadar seven, hatta belki benden bile çok seven tek insandı. uyandığımda üzüldüğüm tek şey o adamla konuştuğumuz hiçbir şeyin gerçek olmamasıydı, adamın gerçek olmaması. ben yine kendimle konuşmuştum.
20140505
20140423
çok katlı apartmanların üst üste yığılıp oluşturduğu enkazın altında çocuğu kalmış anne gibiyim. çocuk enkazdan çıkmadıkça üzerimdeki ağırlık büyüyor, çığlığını duydukça avutuyorum kendimi çocuk sağ diye. üç kıtalık bir şiir okuyor çocuk, beşer mısralı. her kıtanın son mısrası tek kelime, üç harf. çocuk ölsün diye dua ediyorum her gece, çocuk yaşar da beni görmek ister diye bekleyip durmyayım artık. çocuk ölsün, ben de öleyim diye bekliyorum.
20140316
questioning and saying our opininons, they are failing. they are constantly changing. our ignorance, remaining. we're hoping and waiting. we're living but dying while trying to find out my meaning isn't planned out. come to the conclusion might as well be an illusion while trying to find out, i did nothing but shut out.
20140212
insanı en çok kendi zihnine ve duygularına hakim olamaması yıpratıyor sanırım. kimi zaman zihin insan iradesinin önüne geçip hiç görmediği şeyleri gösterebiliyor insana. var sandığınız birçok şey aslında yok, yok sandığınız birçok şey aslında var olabiliyor. bi insanı görmediğiniz iki gün boyunca deliler gibi özlerken üçüncü gün, onu gördüğünüzde onun bulunduğu yerden koşarak uzaklaşmak, kaçmak, onu bir daha hiç görmemek istiyorsunuz ve bütün bunların içinde kendi kendinizi yiyip bitiriyor, kendi delirişinize şahit oluyorsunuz ama ne yazık ki elinizden hiçbir şey gelmiyor.
20140110
bana dokuz ay önce hediye edilmiş kitabı karıştırırken gözüm sayfalardan birindeki şu anda ikamet ettiğim yerin (ikamet etmek fiilini bir gün kullanabileceğimi biliyordum) tam karşısında olan lisenin kütüphanesinin damgasına takıldı. bana dokuz ay önce hediye edilmiş bir kitap, elli yıllık bir damga ve damganın hemen arkasındaki sayfada "bıraktığım istanbul" hikayesinin başlaması.
20131231
yaklaşık iki yıldır el sürmediğim zenitime film taktırdım. üşenmezsem biraz fotoğraf çekeceğim. insanları esnerken, ağlarken, dişlerini fırçalarken ve (biraz ayıp olacak ama) sıçarken fotoğraflamak istiyorum. şakam yok. bir de yarın yılbaşı, ilk kez prensiplerimi kırıp dışarıda yılbaşı kutlayacağım. ama yine de kırmızı don giymeyeceğim mesela.
20131225
dün akşamüstü annem "beni seviyor musun" diye sordu. "tabii" dedim. "ben de seni seviyorum. sen 'sevmiyorum' desen de ben 'seviyorum' derdim hem de" dedi. afalladım. insanların sevgisini ifade etmesine alışamıyorum. elim ayağıma dolanıyor. verebildiğim en mantıklı tepki sarılmak oluyor bazen. bazı insanlar sanki hep ben sarılayım diye var. sürekli sarılayım diye.
20131217
20131110
20131029
çok emin değilim lakin ilkokul ikiye gidiyor olmalıyım, babam beni düzenli olarak çapa'ya diş muayenesine götürüyordu. daha önce asistanların üzerimde denedikleri birçok dolgu, diş çekimi, diş çekerken içeride kırarak bıraktıkları köklerin çekimi gibi birçok hadisenin ardından üzerimde bu kez damaklık deneyeceklerdi. yaklaşık on kez geniz etim olduğunu ve burnumdan nefes alamadığımı söylememe rağmen ağzıma yapacakları işlemler nedeniyle korkup bütün bunları söylediğimi sanan beyaz tenli kızıl kahve saçlı asistan çocuk beni kaldırıp dişçi sandalyesine oturttu. bu kez yaklaşık bir dakika sonra nefes alamayacağımı bilmenin bilinciyle ağlamaya başlamıştım. diğer iki asistan kollarımdan tutuyor, kızıl kahve saçlı asistan çenemi aşağı doğru çekerek açıyor ve siyah saçlı doktor kadın elindeki turuncu hamuru ağzıma sokmadan evvel genişletip şekil veriyordu. bütün bunların arasında ağlamaktan başka hiçbir şey yapamıyordum. saniyeler sonra turuncu hamur ağzıma yerleşti, nefesim giderek daraldı, yavaş yavaş boğuluyordum. ardından nasıl ve ne ara olduğunu anlamadığım bir şekilde babam geldi. büyük bir bağırış koptu. turuncu hamur nihayet ağzımdan çıkarılmıştı. o günden beri ne zaman üstüme bi ağırlık çökse, ne zaman nefesimin daraldığını; yavaş yavaş boğulur gibi olduğumu hissetsem babamın gelip o ağrılığı kaldırmasını, yeniden nefes almamı sağlamasını bekliyorum hep. ne yazık ki gelmiyor.
20131010
20130925
sanırım henüz okula bile gitmiyordum. babamın yanında uyuduğumu, sonra bir şeyin beni yatağın kenarından, sağ bacağıma asılarak yavaş yavaş aşağı çektiğini farkedip babama söylemeye çalıştığımı ama tam anlamıyla uyanamayıp ne sesimi çıkarabildiğimi ne de o yorgunlukla kafamı sağa çevirip neyin beni aşağı doğru çektiğine bakabildiğimi, korkum artarken bir anda kapının çaldığını ve babamın kapıya bakmak için uyanıp beni de uyandırdığını hatırlıyorum.
20130923
her şey tıpkı yıllar önce hayal ettiğim gibi nihayet. sadece istediğim insanlarla görüşüyor, istediğim şehirde yaşıyor, istediğimi yazıyor, istediğimi çiziyorum. her şey istediğim gibi kısacası. ama yine de kalbimi kıran ufak şeylerden kaçamıyorum. sanki bir güç getirip öylece önüme bırakıyor beni huzursuz edecek şeyleri. kader denen olguya inanan biri olmadım hiçbir zaman, varlığına inandırıldığımda ise ben yöneteceğim dedim. her ne kadar yolumu okusam, her şeyi görsem de bazı şeylerin önünü alamıyor, bir anda bataklığın dibinde buluyorum kendimi. güçlü insan olmak çok zor ve ben kuğu çizmeyi altı yaşında öğrendim.
20130529
20130518
bir an için "hayatımda kalmasına izin versem ne olurdu sanki" diyorsunuz. bundan bir an sonra ise onun sizsiz mutlu oluşunu, haydi sizi geçin, sizden başka biri ile mutlu oluşunu hatırlıyorsunuz. sizi aslında hayatında tutma sebebinin birlikte mutlu olmak, birlikte üzülmek değil de kendi mutluluğunu, kendi hüznünü paylaşmak olduğunu anladığınızda ise donup kalıyorsunuz. bunun ardından tam iyiyim galiba artık dediğiniz anda gelip size gülümseyip gidişine de öylece bakıyorsunuz. olan biten her şeye öylece bakıyorsunuz. bütün hissettiklerinize rağmen olan biten her şeyi üçüncü bir şahısmış gibi uzaktan izliyorsunuz ve ağlamaktan başka hiçbir şey yapamıyorsunuz. sonra da yine dönüp kendinize kızıyor, yaşanmış ve yaşanan onca acı, felaket, dert varken "ben nasıl bunun için üzülüyorum hala" diyorsunuz. utanıyorsunuz ama ağlamaya da devam ediyorsunuz.
20130517
20130510
20130505
geçenlerde demet'le sadece iki derse girdikten sonra "başlarım lan okuluna" deyip çıktık. uzun süredir gidelim gidelim dediğimiz sahafları dolaştık nihayet.dükkanlardan birinde yaşlı bir adamla sohbet ettik baya. sorduğum kitabın ilk basımını okumuş 60larda, biraz anlattı. "bulman çok zor artık onu, bulamazsın" dedi. sonra biz dükkanı karıştırırken birkaç dize falan okudu bize. "çay içer misiniz" diye sordu ama niyeyse adamı çok sevmiş olmamıza rağmen teşekkür edip reddettik. dükkandan çıkınca neden reddettik ki diye düşündüm kendi kendime. neden oturmadık? neden kendimiz dışındaki her insanı kötü belliyor zihnimiz?
20130430
20130424
çok uzun süredir huzurlu hissetmemişken onun kurduğu cümleleri okurken huzur duyuyorum sanki. çünkü birbirimize yaşadıklarımızı unutturmaya ya da birbirimizi iyi hissettirmeye çalışmayacağımızı, sadece nasılsak öyle olacağımızı, birlikte huzurlu olduğumuzu bilmenin yeteceğini duyumsuyorum. ama bunları ona ya da bir başkasına söylemekten çok korkuyorum. çünkü en son böyle hissettiğimde çok ama çok üzülmüştüm. çok ama çok korkuyorum. bu yüzden o insanı bir yabancıdan daha öteye taşımamak adına susuyorum.
20130423
canım lunapark'a gitmek istiyor deli gibi. ama maalesef birlikte lunaparka gidebileceğim bir arkadaşım yok. aslında var ama ikisi de burada yaşamıyor. en yakın arkadaşımsa dönme dolaba binerken bile elimi tutuyor, demet'le lunaparka gitmemek yerinde bir karar haliyle. keşke güven gidelim dediğinde gitseydik. güven'le dört yıldır arkadaşız ama bir kez bile tek başımıza bir şeyler yapmadığımızı farketmiştik son istanbul'a geldiğinde. birlikte parka gidip muzlu süt içtik, sonra güven lunaparka gidelim dedi ama ben dersimi ekmek istemedim. keşke ekseydim.
20130421
20130420
dün gece altı kız aslılarda kaldık. kudurup saçma sapan bir sürü şey yaptıktan sonra oturup bizim büyük çaresizliğimiz'i izlemeye başladık. filmin yarısında herkes uyuyakaldı, gizemle ben izlemeye devam ettik. nihal'in eve girip "ben geldim" diye bağırdığı sahnede zeynep uykusunda "siktir git" diye bağırdı, güldük. ender'le çetin'in dansını izleyip yine güldük. sonra daha bora'nın şiirini duyamadan ben de uyuyakaldım. bir ara aslı'nın üstünde uyurken gizem'in beni dürtüp "kalk demet'in yanına yat" dediğini hatırlıyorum. ayakta uyuyordum. demet'i uyandırmam ve yatağın üstündeki örtüyü kaldırıp yorganın içine girmemiz gerekiyordu. demet'e kaysana falan dedim ama bana "haa" diyerek cevap verdi. sonra sersemlikle demet'i yatakta ittirdim durdum dibe kadar. üstümüzde göt kadar bir battaniye vardı, bütün gece üşüdüm. demet de üstümü açıp durdu. sonra sabah aslı'nın "hadi yaa kalkın pazara gitmiycez mi" diye cırlamasıyla uyandık. güldük. demet'e "bütün gece üstümü açtın" dedim. "niye uyandırmadın beni?" dedi. güldük. sonra muazzez bir ara "ya ben gece birine teşekkür ettim burda kimdi o?" dedi. güldük. bir de gece bir ara muazzez'in kafamı okşayıp bana "iyice tarçın oldun artık" dediğini hatırlıyorum. sizce ne yapıyorum? gülüyorum.
20130418
içimdeki burukluğun geçmesi gerekirken her geçen gün daha da kötüye gidiyormuş gibi hissediyorum. sanki bir yara varmış da ben iyileşmesini beklerken yaramın sürekli kabuğu kalkıyor, hafif hafif kanıyormuş gibi. bugün yirmi yedi yaşına geldiğimizde neler yapıyor olabileceğimizden bahsettik. neden bilmiyorum ama bahsettik. benim için çeviri yapmaktan bıkıp kendimi otuz iki kedili atölyeme kitleyeceğim söylendi. ya da alternatif bir yirmi yedi yaş senaryosu olarak kendimden on yaş küçük bir oğlanı kendime aşık edip egomu tatmin etmeyi de düşünebilirdim ama otuz iki kedi kulağa daha hoş geliyordu ben de sustum. kimseye söyleyemediğim, bahsettiğim anda insanların bana gözlerini çıkardığı iç burukluğumu kendime saklayarak oturdum. ama ağlamadım bu sefer.
20130415
"aslında kimse, onu yaşarken hayatının en mutlu anını yaşadığını bilmez. bazı insanlar kimi coşkulu anlarında hayatlarının o altın anını 'şimdi' yaşadıklarını içtenlikle (ve sık sık) düşünebilir ya da söyleyebilirler belki, ama gene de ruhlarının bir yanıyla bu andan da güzelini, daha da mutlu olanını ileride yaşayacaklarına inanırlar. çünkü özellikle gençliğinde, hiç kimse bundan sonra her şeyin daha kötü olacağını düşünerek hayatını sürdüremeyeceği gibi, insan eğer hayatının en mutlu anını yaşadığını hayal edebilecek kadar mutluysa, geleceğin de güzel olacağını düşünecek kadar iyimser olur."
20130413
geçen günlerden birinde birlikte eve yürürken dilara bana "onu unutursan çok üzüleceğim. onu unutmanı istemiyorum." dedi. ben de bazen onu hiç unutmamak, hep hayatımda bulundurmak, daima iyi olduğundan emin olmak istiyorum. bazense unutmak, bir daha hiç hatırlamamak, halini görüp de elimden hiçbir şey gelmeyişine üzülmemek, hayatımdan bir anda kesip atmak istiyorum. ne yazık ki başaramıyorum.
20130412
bugün bir ay öncesine dek içinde yaşadığım eve gittim. bir ay önce beni bu kadar üzen şeyler yoktu. aksine genelde mutluydum. bulaşık yıkarken telefonum falan çalıyordu. muazzez ve demet'le gecenin üçünde çay demliyorduk. mutlu olmasam bile huzurluydum. ama bugün ev bomboştu. oturup ağladım. kendimle konuştum. bazen aklımı yitiriyormuş gibi hissediyorum kendimi. yolda yürürken, otobüste, minibüste, evde, okulda, sürekli kendimle konuşuyorum içimden. hatta bazen etrafta kimse olmadığında yüksek sesle bile konuşuyorum. bir duyan olursa da "ne konuşması canım şarkı söylüyordum, deli miyim ben" deyip geçiştiriyorum.
20130411
20130406
20130405
bugün okul çıkışı gizemlere gidip öküz gibi yemek yedik, papaz kimde oynadık ve yine animal kingdom eşliğinde yuvarlak sehpanın etrafında dönüp maymun taklidi yaparak deliler gibi dans ettik. hızımızı alamayıp video çektik. belki bir ara burada yayınlarım, canımız sıkıldıkça izler izler kahkaha atarız. eve giderken minibüste aslı'yla birbirimize "ne zaman gizemlere gitsek eve midelerimiz ağrıyarak dönüyoruz farkında mısın?" deyip güldük. apartmana girdikten beş salise sonra çağatay'ın mesajını görüp tekrar çıktım. sevgili arkadaşım, twitterdaki isyanım üzerine beni çizmiş, hediyesini vermek üzere beni yanına çağırıyordu. koşarak gittim. aylardır görüşmüyor olmamız ve sanal yollardan birbirimize "oğlum bir boya buldum çok güzel" mesajları atmamız dışında birbirimizin ne bok yediğinden pek de haberimiz yoktu. dolayısıyla görüşmek iyi geldi. sonra eve döndüm. yarın sena akçakoca'dan gelecek, belki birlikte oz'u izlemeye gideriz. oz'u izlemeyi çok istiyorum.
20130403
dün geceki kusmukların üstüne bugün okuldaki anlamsız kahkahalar, çığlıklar, ağlamalar, cinnetler müthiş iyi geldi. bütün bunların üstüne demet'le okulun tuvaletinde sakin'in animal kingdom'unu açıp yersizce dans etmemiz günün cilası oldu. ayrıca okuldan çıkıp minibüs beklemeye giderken yolda karşıdan karşıya geçen bir fare gördüm. fareyi farkettikten on saniye sonra bir araba tekeriyle fareyi ezdi ve araba farenin üstünden çekildiğinde fare kanlar içinde, sırt üstü dönmüş bir şekilde yolun ortasında yatıyordu. midem bulandı. kusamadım. ama şimdi gidip birkaç dakika önce yaptığım şeyin çirkinliği için, iğrençliği için kusacağım. iradesizliğime içelim dostlarım.
20130402
bugün, onu gördükçe güçlü olmayı daha da benimsediğim, benim için kurduğu cümleleri okudukça huzur duyduğum, adaşım, çok sevgili hocam yanımdan hızlı adımlarla geçerken bana "bozkırkurdu hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordu. olan biten hiçbir şeyden haberi yoktu. öğrendiğinde de vereceği tepkiyi ve kuracağı cümleleri çok iyi biliyorum. yine de içim burkuluyor.
20130401
bu sabah geç kaldığım için okula gidemedim. üzülüyorum çünkü dilara'ya ulaştırmam gereken şeyler vardı fakat yine ne kadar sorumsuz bir insan olduğumu kanıtlayarak uyuyakaldım. biri beni tokatlasın. bugün yiğit beni aradığında "okula geç kaldım ben yine diye" ağladım. bana "insanları zihninde affetmeyi çok seviyorsun. insanları affetmeye çalışma. insanları affetme. bırak her şey olduğu gibi kalsın." dedi. "iyi de insanları affedemeyeceksem kendimi öldürmem gerekiyor" demek istedim. diyemedim. "haklısın" dedim. belki de üç yıl evvel ölmeliydim. sanırım ölmeye bile geç kalmışım.
20130330
sadece dört gün olmuş. ama ben o kadar çok hırpalamışımki kendimi, o kadar çok şey düşünmüşümki sanki günler değil haftalar geçmiş gibi hissediyorum. bazı bazı delirmiş gibi hissediyorum kendimi. tıpkı o çok eleştirdiğim insanlar gibi düşünmemek için saçma çözümlere başvuruyorum. sonra bir cümle görüyorum mesela, bir kitap okuyorum, bir şarkı duyuyorum. böylece düşünmemek için harcadığım onca çaba bir anda heba oluyor ve o an tek istediğim yeniden tıpkı dört gün öncesinde olduğu gibi, kavanozun kapağını açar gibi, hadi bak bunu bir oku, bunu bir dinle diyebilmek oluyor. diyemiyorum. tek yapabildiğim keşke demek. hala basit bir yalan söyledim cümlesi bekliyorum. biliyorum değil ve yapabilecek hiçbir şeyim yok. yaşadığım bir çok şey gibi bunu da unutmaya çalışmam gerekiyor. aslında unutmak diye bir şey de yok. sadece bir acıyı ya da canımızı sıkan şeyleri tıpkı bir zip dosyası gibi sıkıştırıp beynimizin gerisine itiyoruz. sonra onlar da en olmadık anlarda, bizim en savunmasız anlarımızda bir anda karşımıza çıkıyorlar işte. bu yazıyı kurt'ün göt deliklerinden çizerek bitirmek istiyorum. ardından da oturup kurt'ü çizeceğim. çünkü yapacak daha iyi bir işim yok.
20130328
"sanki gözlerimden bir perde kalkmış; bitimsiz yaşamın görüntüsü, sonsuza dek açık olan bir mezarın uçurumuna dönüşüyor önümde. diyebiliyor musun: bu vardır! her şey gelip geçmiyor mu? her şey, rüzgar gibi yanımızdan esip uçmuyor mu? her şeyin, varoluşuyla birlikte sahip olduğu gücü sonuna kadar tüketme fırsatını bulması ender değil midir? her şey, akıntıya kapılıyor, batırılıyor ve kayalarda parçalanmıyor mu? yaşamında, seni yiyip bitirmeyen hiçbir an yoktur, hem seni hem de yakınlarını; senin de bir yok edici olmadığın, bir yok edici olmak zorunda olmadığın hiçbir an yoktur; en küçük gezintin binlerce zavallı solucanın yaşamına mal olur, attığın bir tek adım, karıncaların inşaatlarını sarsıp ezer ve küçük dünyalarını berbat bir mezara çevirir. ha! beni etkileyen, arada bir esip gelen felaketler değil, köylerinizi alıp götüren o seller, kentleri yutan o depremler değildir; yüreğimi kemiren doğanın bütününde gizli olan, hiçbir şey yaratmayan, kendini yok etmekle kalmayıp çevresindekileri de yok eden o tüketici güçlerdir. bundan ötürü kaygı içinde yalpalıyorum işte. gökyüzü, yeryüzü ve onları ören güçler çevreliyor beni ve gördüğüm, sonsuza dek her şeyi yutup, geviş getiren bir canavardan başka bir şey değil."
20130316
20130308
20130304
bu aralar sürekli demet'le çamlıca'daki yokuştan gözlerimizi kapayıp kendimizi aşağı salışımız geliyor aklıma. yine gözlerimi kapayıp kendimi o yokuştan aşağı salmak istiyorum. ama bu kez aşağı doğru koşarken kusmak istiyorum. içimdeki bütün sıkıntıyı, bütün hüznü, bütün kini kusarak o yokuştan aşağı bırakmak istiyorum. bir daha asla midemde kelebek hissetmek istemiyorum. bir daha asla insanların değişken tavırlarını görüp üzülmek istemiyorum. bir daha asla hiçbir insan için ağlamak istemiyorum. yine de montumun cebinde selpak taşıyorum.
20130227
"güzelce bir piyanosu vardı, ama kafasındaki müzikle parmakları arasındaki fark tüyler ürperticiydi. işin asıl kötü yanı, kendini piyano başında olmadığı her yerde piyanist gibi hissetmesiydi. yıllarca ya piyanonun başında hayal kurdu, ya da plak çalarken orada oturdu. tüm enerjisini hayallerle tükettiğinden olacak, geriye bir şey kalmıyordu. yükselmek için yekindikçe bulunduğu çukuru derinleştiriyordu. bildiği tüm renkler; gri, koyu kahverengi ve sarıdan ibaretti. (yenilginin tüm tonları) bildiği tek kokuysa, yanık kokusuydu. inançsızlıktan ve cesaretinden dolayı hiçbir şeyden, hiç kimseden kaçamıyordu- hep ortalıktaydı, en orta yerde."
20130225
20130221
20130219
20130130
içimden keşke kumru sulhi'nin yaşlarında olsaydı diye geçiriyorum sürekli. belki o zaman birbirlerine aşık olurlardı. keşke kumru sulhi'nin yaşlarında olsaydı. keşke kumru sulhi'nin yaşlarında olsaydı. keşke kumru sulhi'nin yaşlarında olsaydı. keşke kumru sulhi'nin yaşlarında olsaydı. keşke kumru sulhi'nin yaşlarında olsaydı. keşke kumru sulhi'nin yaşlarında olsaydı. keşke kumru sulhi'nin yaşlarında olsaydı. keşke kumru sulhi'nin yaşlarında olsaydı. keşke kumru sulhi'nin yaşlarında olsaydı. keşke kumr
20130127
20130124
20130122
bugün minibüse kızıyla bir kadın bindi. inanılmaz bakımlı, süslü bir kadın. kızıyla durmadan bir şeyler konuşuyorlardı, sonra yanıma oturdular. kadın durmadan dönüp bana bakıyordu. gitgide sinirleniyordum, bi ara zihnimde camı açıp kadının kafasını cama sıkıştırdım. sonra tekrar kadına döndüm, kadın bana gülümseyip "gözlerin ne güzel" dedi. utandım, beş saniye önce zihnimde geçen şeyler yüzünden utandım. kadına "biliyor musunuz az önce kafanızı cama sıkıştırmak istemiştim ama şimdi çok utandım. ben çok önyargılı bir insanım, özür dilerim" demek istedim ama sadece "teşekkür ederim" deyip gülümsedim.
20130120
on yıl kadar önce apartmanın sol tarafındaki bakkalın kapanıp dükkanın önce emlakçı olmuş olması, ardından ikiye bölünüp bir kısmının küçük çaplı bir ucuzluk marketine, bir kısmının ise terziye dönüştürülmüş olması çok canımı sıkıyor. apartmanın altındaki dükkanın önce bir eczaneye ardından bir kuaföre şimdi ise yeniden ne olduğunu bilmediğim bir şeylere dönüşmüş olması çok canımı sıkıyor. aynı sokakta birkaç ay kadar önce üç, şu anda ise iki eczane olması çok canımı sıkıyor. etrafımda olan -aslında beni pek de alakadar etmeyen-bütün değişiklikler canımı sıkıyor. bütün bu ufak ve saçma değişikliklerden bile rahatsız olan bir insan olmama rağmen yakında yaşadığım şehri değiştirecek olmam da içimi burkuyor ayrıca.
20130119
sanki kaburgalarımı kırıyolarmış gibi hissediyorum. ciğerlerimi kurtlar kemiriyormuş gibi, böbreklerimde sinekler uçuyormuş gibi hissediyorum. mideme kelebekler koza yapmış gibi, arılar boğazıma iğnelerini batırıyor gibi hissediyorum. kafamın gitgide ağırlaştığını hissediyorum. kafamı artık taşıyamıyormuşum gibi hissediyorum. sanki bir anda kafam sağ tarafa doğru düşecekmiş, boynum çıt edecekmiş ve o anda ölecekmişim gibi hissediyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)